1. Çocukların, Aile İçi Anlaşmazlıkların İçine Çekilmesi: Üçgenleşme

Çocukların, Aile İçi Anlaşmazlıkların İçine Çekilmesi: Üçgenleşme

Prof. Dr. Abbas Türnüklü

Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü, Uygulamalı Psikoloji Anabilim Dalı, Buca, İzmir

Birbirinden farklı isteklere, hedeflere, çıkarlara, amaçlara, değerlere, inanca, eğitime ve arzuya sahip bireyler; birbirlerini sevip “aile kurumu” inşa ettiklerinde, 7/24, her gün yaşadıkları etkileşimler sırasında zaman zaman birbirleriyle karşı karşıya gelebilmekte, olumsuz ve yıkıcı etkileşimler ve anlaşmazlıklar yaşayabilmektedir. Bu nedenle aile içinde eşler arasında yaşanan anlaşmazlıklar doğal ve kaçınılmazdır. Dolayısıyla aile içi anlaşmazlıklarda odaklanılması gereken temel konu, eşler arasında anlaşmazlıkların yaşanıp yaşanmaması değil; yaşanan anlaşmazlıkların “yapıcı ve barışçıl” etkileşimlerle “müzakere” edilerek yönetilip yönetilmediğidir.

Bell, Bell ve Nakata (2001) sağlıklı çiftlerin aile içinde tüm kişisel sorunlarını, anlaşmazlıklarını ve duygularını, endişe yaşamadan rahatlıkla birbirleri ile yüz yüze konuşabileceğini ve ortak sorunlarını ve anlaşmazlıklarını müzakere edebileceğini vurgulamaktadır. Ancak bu durum her zaman başarılamamaktadır. Anlaşmazlık çözüm becerisi yetersiz “çiftler”, sıklıkla ilişkilerindeki ve etkileşimlerindeki istikrarı ve dengeyi koruyabilmek ve sürdürebilmek için “ikili” etkileşimlerinin içine “üçüncü” kişileri dâhil etme gereksinimi duyabilmektedir. Dolayısıyla, evlilik gibi “iki kişilik” eşler arası ilişkilerin ve etkileşimlerin, stres ve anlaşmazlıklar altında dengesizliğe daha yönelimli olmasından dolayı aile içi sistemi tekrar dengelemek için “üçüncü bir kişi” sistemin içine çekilebilmektedir. Örneğin; evlilik ilişkisinde, ebeveynler (eşler) birlikte, işbirliği içinde, ergenin/çocuğun sorununa odaklanarak ve onu karşılarına alarak ya da bir “ebeveyn-ergen” koalisyonu oluşturup, diğer ebeveyni dışarıda bırakarak, aile içinde yaşanan tansiyondan uzaklaşabilirler. Her iki durumda da ebeveynler, çocuğu “üçgenleştirmektedir”. Diğer bir ifade ile “anne ve baba”, “ikili” etkileşimlerinin ve ilişkilerinin içine “üçüncü” bir kişiyi dahil ederek “ikili” ilişkiden “üçlü” ilişki ve etkileşim formuna geçmekte yani “üçgenleşmektedirler”.

Bu üçgenleşme süreci Minuchin (1974, aktaran Peris ve Emery, 2005) tarafından aile içi ilişkilerin açık ya da örtük kurallarını belirleyen “sınırların” aşılması ya da bozulması olarak ifade edilmektedir. Sınırlar her bir aile üyesinin benzersiz “psikolojik alanını” ve daha geniş aile sistemi içindeki “rolünü” tanımlar. Benzer şekilde McCauley ve Fosco, (2022) (Bowen, 1978 ve Minuchin, 1974’den yaptıkları alıntıda), özellikle kronik anlaşmazlık yaşayan ebeveynlerin, ortak sorunlarını çözebilmek ve aralarındaki tansiyonu yeniden düzenlemek ve dağıtmak için çocuklarını ilişkilerinin içine çekebileceklerini ve geçici bir istikrar yakalayabileceklerini vurgulamaktadır.

Boşanma ve ayrılık gibi aile içi anlaşmazlıkların kötü ve düşmanca yönetildiği stres ve kriz ortamlarında, aile üyelerinden birisi, diğer ebeveynin yokluğunda, sınırları aşabilmekte ve sınırlara gerektiği kadar özen göstermemeyi tercih edebilmektedir. Bu süreç doğal olarak çocukların kendilerini güvensiz, dengesiz ve kararsız hissetmelerine yol açmaktadır. Dolayısıyla ebeveynlerinin şiddetli anlaşmazlıklarının içinde “üçgenleşen” ergenlerin/çocukların, psikolojik ve sosyal uyumsuzluk açısından artan bir “risk” taşıdığı ifade edilmektedir. Bu süreçte; düşük aile içi uyumun, ebeveyn depresyonun ve ergenlerin/çocukların duygu düzenleme güçlüklerinin, üçgenleme için risk oluşturduğu da saptanmıştır. Buna karşın ebeveynlerin duyguları düzenleme sürecindeki liderliklerinin düşük ebeveynler arası sevgi ile üçgenleşme arasındaki ilişkiyi ergenlerin/çocukların cinsiyetine göre farklılaşarak düzenlediği ve hafiflettiği de saptanmıştır  (McCauley ve Fosco, 2022).

Boşanma sürecinde geleneksel ergen/çocuk rolleri bozulabilmekte ve herkes kendi sınırlarının ötesinde bir etkileşime girmeyi tercih edebilmektedir. Sınırlar aşıldığında, sıklıkla birbirlerinden uzaklaşan ebeveynlerden birisi diğeri ebeveynin yokluğunda, çocuklarıyla ebeveyn-çocuk sınırlarının ötesinde, samimi ve sargın bir etkileşime girebilmekte ve doğal olarak diğer ebeveynin dışlanmasına da bağlam yaratabilmektedir. Ebeveyn-çocuk arasındaki bu sargın ve samimi etkileşim ve koalisyon süreci “üçgenleşme” olarak ifade edilmektedir (Peris ve Emery, 2005). Üçgenleşme, çocukların ebeveynler arasındaki anlaşmazlıkların içine çekildiğinde gerçekleşir. Aile içerisinde ebeveynler arasında anlaşmazlıklar yaşanırken, sınırlar ya tam tanımlanmaz ya da sürdürülemez hale gelebilmektedir. Aile üyeleri arasında sınırlar zayıfladıkça, çocuklar, ebeveynler arasındaki anlaşmazlıkların içine uygunsuz biçimde daha fazla dâhil olurlar. Bu durum çocuklar için uyum sorunları açısından, riskli hale gelmektedir. Yaygın bir form olan ebeveynlerden bir tanesinin müşterek çocuklarını, kendi tarafını tutmaya zorlaması ve ona baskı yapması, çocukların ebeveynlerine ilişkin duygularının da bozulmasına vesile olmaktadır. Ebeveynlerinin anlaşmazlıklarının ortasında kalan ve taraf tutmaya zorlanan ergenler/çocuklar, tamamen geri çekilmeye çalışmak, her iki ebeveyne de sadık kalmak ya da bir ebeveynle uyumlu olmak gibi davranışsal tepkiler vererek, süreçten olumsuz etkilenmektedir. Çocuk/ergen ve ebeveynlerden birisi arasındaki koalisyon, doğal olarak diğer ebeveynin de dışlanmasına yol açmaktadır  (Etkin, Koss, Cummings ve Davies, 2014).

Üçgenleşme bir ailenin birincil üyesi olan “iki kişinin”, aralarında yaşadıkları anlaşmazlıkları, stresi, endişeyi, tansiyonu çözmek, gidermek, yönetmek ve dönüştürmek için yine aile içinden üçüncü bir kişiyi ya da tarafı, ilişkilerinin ve etkileşimlerinin içine taşıdıklarında ve ortak ettiklerinde ortaya çıkmaktadır. Bu üçüncü kişi, genellikle, ailede kişilerarası anlaşmazlığın dışında kalmış kişidir  (Charles, 2001). Eşler, anlaşmazlık yaşarken, aralarında istikrarı, uzlaşmayı ve dengeyi yeniden sağlamak amacıyla aile içinden üçüncü bir tarafla etkileşime ve ilişkiye geçebilmektedir. Bu süreç, üçgenleşme (triangulation) olarak da ifade edilmektedir (Bell, Bell ve Nakata (2001).

Üçgenleşme, bir başka açıdan bakıldığında sadece ebeveynlerin tercihleri üzerinden değil, aynı zamanda, (Minuchin, 1974; aktaran, Buehler ve Welsh, 2009) aile üyesi, bir çocuğun, ebeveynleri arasındaki çatışmalı etkileşimleri ve anlaşmazlıkları önlemek ya da en aza indirmek için onlara “arabuluculuk” yaparak, taraf tutarak, onların dikkatini dağıtarak ya da ebeveynleri arasında mesajlar taşıyarak ilişkiye ve etkileşimlere dâhil olma süreci olarak da görülebilmektedir. Bu nedenle üçgenleşme genel olarak bir ailedeki “iki kişi” arasındaki samimi ve içten etkileşimlerin, temasın ve ittifakın, diğer “üçüncü” kişi üzerindeki “etkisine” işaret eder (Dallos ve Vetere, 2012).

Aile içerisinde anne, baba ve çocuktan oluşan “üçgenleşme” örüntüleri aşağıda Şekil 1’de gösterilmektedir. Üçgen şekillerdeki “çizgilerin uzunluğu”, iki kişi arasındaki “farklılıkları ya da anlaşmazlıkları” temsil etmektedir. Çizgilerin uzunluğu, kişilerin birbirlerinden uzak ve ilişkinin soğuk olduğu şeklinde yorumlanabilir. Çizgilerin yakınlığı ise kişilerin “samimi, sıcak, yakın temas ve etkileşim içinde olduğunu ve birbirleriyle anlaşmakta olduğunu” göstermektedir.

Şekil 1. Ebeveyn ile çocuk ilişki örüntüsü: Üçgenleşme (Triangulation) (Kaynak: Bell, Bell ve Nakata, 2001:175).

Üçgenleşme (1) dengeli, (2) dışlayıcı (günah keçisi) ve (3) kapsayıcı (kuşaklararası koalisyon) olmak üzere üç farklı yolla gerçekleşmektedir (Bell, Bell ve Nakata, 2001). 

Bunlardan birinci yol olan “dengeli” örüntü, ebeveynlerin kendi anlaşmazlıklarını yapıcı olarak yönettiği ve çocukları ile onların üstün yararı ve gereksinimleri üzerinden kurulan sağlıklı ilişkiyi işaret etmektedir (Bell, Bell ve Nakata, 2001). Eşler ister boşanmış ister boşanmamış olsun anne, baba, ve çocuk arasında kurulan saygı temelli, herkesin yararına olan ilişkiler dengeli ilişkiler olarak düşünülebilir. Özellikle hem çocukların üstün yararına odaklı, hem de ebeveynlerin psikolojik gereksinimlerini de dikkate alan “birlikte ebeveynlik” ilişkisi buna örnek olarak gösterilebilir.

İkinci örüntü olan dışlayıcı, “günah keçisi” örüntüsü ise eşlerin etkileşimlerini ve ilişkilerini korumak için üçüncü tarafı, diğer bir ifade ile çocuğu/ergeni kendi etkileşimlerinin merkezinden uzaklaştırarak ve dışlayarak, ortak dikkati, çocuğun/ergenin sorunlarına ya da özel ihtiyaçlarına yönelttikleri ilişkiyi işaret eder (Kerig, 1995; Bell, Bell ve Nakata, 2001; Fasco ve Bray, 2016). Her iki ebeveyn birlikte kendi aralarında yakınlaşarak, ilgilerini ve odaklarını birleştirerek, çocuğun davranışlarına karşı işbirliği içinde çalışırlar (Dallos ve Vetere, 2012). Böylece uyumsuz ebeveynler, görünüşte uyumlu bir ortaklık içinde biraraya gelirler ve “çocuğu, günah keçisi” yaparak merkeze koyarlar. Günah keçisi rolü, olumsuz bir roldür. Bu rolde aile üyelerinden birisi, sıklıkla çocuk/ergen, yaptığı kötülükler, olumsuz ve yıkıcı davranışlar veya sahip olduğu yetersizlikler ve eksiklikler nedeniyle diğer aile üyelerinin öfkesinin ve dikkatinin merkezine yerleşmektedir. Örneğin baba şöyle diyebilir: “Bu çocuk kesinlikle sorunlu, onu hiç anlayamıyorum”. Bu tepkilere çocuk da simetrik olarak karşı tepki verebilir ve ebeveynlerini provoke edebilir, onları suçlayabilir (Rollins, Lord, Walsh ve Weil, 1973).

Üçgenleşme çeşidi olarak en yaygın karşılaşılan yöntem ise, üçüncü bir tarafın eşler arasındaki etkileşimin ve ilişkinin içine dahil edildiği kapsayıcı (kuşaklararası koalisyon ve ittifaktır) yaklaşımdır (Bell, Bell ve Nakata, 2001; Dallos ve Vetere, 2012). Burada her ebeveyn, müşterek çocuklarını, diğer ebeveyne karşı, kendi yanına çekmeye çalışmaktadır. Bu ilişkinin en önemli ikilemi, müşterek çocuk üzerinden bir ebeveyn mutlu ve memnun olurken; diğer ebeveyn ise mutsuz ve memnuniyetsiz olmaktadır (Dallos ve Vetere, 2012). Kapsayıcı yaklaşım ve türleri aşağıda daha detaylı ve derinlemesine müzakere edilecektir.

Kuşaklar Arası Koalisyon: Kapsayıcı Yaklaşım

Bu süreçte iki yönlü dengesiz bir örüntü söz konusudur. Birinci örüntüde çocuk/ergen, ebeveynlerinin “arabulucusu” olurken ebeveynler birbirinden uzaklaşır; ikinci örüntüde çocuk/ergen bir ebeveyninin koalisyon ortağı olur iken, diğer ebeveyn aile içi etkileşimlerden uzaklaşır ve dışlanır. Dolayısıyla süreçte iki aile üyesi, birbirine yaklaşırken, diğerinin uzaklaşması ya da dışlanması söz konusudur. Diğer bir ifade ile iki aile üyesinin yakın olduğu, diğerinin uzak olduğu bir üçgen ilişki gerçekleşmektedir. Aile üyeleri böyle bir yönelim ve ilişki örüntüsü göstermeye başladığında bu davranış şekli, oturmaya ve yerleşmeye başlayacaktır (Bell, Bell ve Nakata, 2001).

Üçgenleşme sürecinde etkileşime dâhil olan “üçüncü” taraf, pasif olmak durumunda değildir. Eşler arasındaki etkileşime dâhil olan üçüncü taraflar, hassas bir çocuk ya da arkadaşlar olabilir ve aktif katılım gösterip belirleyici de olabilirler. Örneğin çocuk; annesini, babasından korumaya çalışabilir, ya da annesi ile babası kavga ettikten sonra, babasını teselli etmeye kalkışabilir. Üçüncü taraf “arabulucu” rolü üstlenerek, anne ve baba etkileşimlerindeki anlaşmazlığı azaltmaya ya da ortadan kaldırmaya yönelebilir (Bell, Bell ve Nakata, 2001).

Şekil 1’de görüldüğü gibi kapsayıcı ve kuşaklararası koalisyon örüntüsünde, üçüncü bir kişi etkileşime arabulucu olarak dâhil olabilir. Çocuklar, aile içi anlaşmazlıklarda, arabuluculuğa soyunabilirler ve ebeveynlerini uzlaştırmaya ve birbirlerine yaklaştırmaya çalışabilirler (Fasco ve Bray, 2016). Arabulucu olan üçüncü taraf, eşlerin etkileşimlerinde ortada durabilir, tansiyonun dengelenmesini sağlayarak, evliliği destekleyebilir (Bell, Bell ve Nakata, 2001; Fasco ve Bray, 2016). Çocuk, anne ve babanın anlaşmazlığında, arabuluculuk yapmaya kalkıştığında psikolojik yükü fazla bir sorumluluğu üzerine almış olacaktır. Bu süreç zaman zaman çocuğa fazla gelebilir. Sonuç olarak çocuk, anne ve babasının anlaşmazlığında kendini sorumlu görmeye ve kendini suçlamaya da yönelebilir.

Aile içi anlaşmazlıklarda “kuşaklar arası koalisyon-ittifak”, ebeveynlerden bir tanesinin, diğer ebeveyni uzaklaştırarak, dışlayarak ya da ona karşı durarak, üçüncü taraf olarak “çocuğu” ile aktif veya pasif olarak bir “koalisyonun” parçası olmasını içerir (Kerig, 1995; Bell, Bell ve Nakata, 2001; Fasco ve Bray, 2016; Wang, Liu, ve Belsky, 2017). Ebeveynlerden birisinin oğlunu ya da kızını, kendine duygusal destek ya da koalisyon ortağı olarak çekmesi ve onunla ittifak oluşturması, kuşaklararası önemli bir sınırın ihlal edildiği anlamına gelir (Minuchin, 1974, aktaran, Bell, Bell ve Nakata, 2001). Kuşaklararası sınırların bozulduğu ebeveyn-çocuk koalisyonları, şiddetli evlilik anlaşmazlıklarının ve aile içi uyumsuzlukların da bir göstergesi olarak görülmektedir. Bu süreç aynı zamanda aile ve evlilik ilişkisinde tansiyonun da artmasına vesile olabilmektedir (Kerig, 1995).

Ebeveyn ve çocuklar arasında sınırların ortadan kalkması ebeveynin eşine güvenmekten ziyade, destek ve yardım için “çocuğuna” güvendiği sonucunu doğurur. Duygusal destek ve tatmin için eşler arası ilişki yerine, çocuğun ya da ergenin ebeveynini dinlemesi, onunla empati kurması ve ebeveynine destek sağlamasının beklendiği bir ebeveyn-çocuk/ergen rol değişimi ya da ebeveynin ergene yöneldiği bir “ebeveyn-çocuk/ergen” sargınlığı ortaya çıkabilir (Fullinwider- Bush & Jacobvitz, 1993, aktaran, Bell, Bell ve Nakata, 2001). Bu rol değişimi çocukların/ergenlerin gelişimsel ihtiyaçlarına ve ebeveynlerin gereksinimlerine yanıt vermekten uzak olacaktır. Aynı zamanda da çocuklar için oldukça yıkıcı olup onların sosyal-duygusal gelişimlerini de engelleyecektir (Bell, Bell ve Nakata, 2001).

Olumsuz ve yaşa uygun olmayan kuşaklararası sınırların aşılmasına örnek olarak bir ebeveynin eşi hakkında çocuğa kötü konuşması (örneğin, “baban mantıksız ve irrasyonel“) ve çocuğun doğrudan bir ebeveyninin tarafını, diğerine tercih etmesi (örneğin, “baba, hepsi senin suçun”) gösterilebilir (Wang, Liu, ve Belsky, 2017). Kuşaklar arası koalisyon oluşturmak, eşler için bir tehdit oluşturabilir ve ikiliyi birbirinden uzaklaştırabilir. Öte yandan, kuşaklar arası koalisyon ebeveynler arasındaki gerilimi de azaltabilir ve ikiliyi istikrara kavuşturarak evliliğin devamını da destekleyebilir. Örneğin; annenin babayla ilgili endişelerini doğrudan onunla konuşmak yerine, kızıyla müzakere ettiğinde aile içinde gerginlik oluşma olasılığı da azalabilir (Bell, Bell ve Nakata, 2001).

Kuşaklar arası koalisyon oluşturmak, kuşaklar arası sınırların ihlal edilmesine neden olduğu için hem duygusal strese (tehdit, şaşkınlık, kendini suçlama) neden olabilir hem de kişilerarası anlaşmazlıkların ve tansiyonun nasıl yönetileceğine ilişkin sorunlu bir model görünümü sunarak, çocukların iyi oluşlarını zedeler (Wang, Liu, ve Belsky, 2017). Ebeveynlerden birisinin, “diğer ebeveyni” dışlayarak müşterek çocukları ile “ebeveyn-çocuk” ilişkisinin sınırlarını aşan ve bozan bir ilişki kurması (Margolin, Gordis ve John, 2001) hem boşanma öncesinde hem de boşanma sonrasında “birlikte ebeveynlik” sürecini, “aile içi uyumunu” ve “çocukların uyumunu” olumsuz yönde etkileyen önemli bir konudur. Çocukların, ebeveyn anlaşmazlıklarının ortasında kalması ve bir ebeveynin tarafını tutmak durumunda olması, çoğu ergen için tansiyon arttırıcı, kaygı verici, öfke, kızgınlık duygularının yaşanmasına ve suçluluk duygusunun oluşmasına neden olan bir durumdur (Grych, Raynor ve Fosco, 2004).

Bir ebeveynin diğer ebeveyni dışarıda bırakarak müşterek çocuk ile “koalisyon” kurması, doğal olarak koalisyon kurulan çocuğun ebeveynler arası anlaşmazlıkların içine çekilmesine de neden olmaktadır. Bu süreç ebeveynlerden birisi müşterek çocuklarına baskı yaparak, çocuğu diğer ebeveyne karşı olmaya zorlamasını işaret eder  (Minuchin, Rosman ve Baker, 1978, aktaran Margolin, Gordis ve John, 2001).  Bu durum boşanma sonrasında da gerçekleşir ise, bir ebeveynin dışlanması sonucunu doğurur. Ebeveynin dışlanması sadece dışlanan ebeveyni değil, aynı zamanda çocuğu da olumsuz etkileyecektir. Çocukların ebeveynine karşı “”yabancılaşmasına” vesile olabilecektir. Çocuklar,  kendilerine bakım veren, bir destek ve “bağlanma” öğesi olan dışlanmış ebeveyninin, desteğinden, psikolojik, sosyal, kültürel ve ekonomik sermayesinden mahrum kalacaktır. Bu süreç çocuğun/ergenin sosyal ve duygusal yeterliliklerini de olumsuz etkileyecektir.

Grych, Raynor ve Fosco, (2004) yaptıkları araştırmada aile içi anlaşmazlıkların sıklığının ve şiddetinin artışına bağlı olarak, özellikle ergenlerin aile içi anlaşmazlıkların içine çekildiklerini saptamışlardır. Ebeveyn anlaşmazlıklarının ortasında kalmak ya da bir ebeveyn ile koalisyon oluşturarak diğer ebeveyne karşı olmak, ergenlerin çoğu için stresli bir durumdur. Bu süreç aynı zamanda ergenlerin gerginlik, endişe, kızgınlık veya suçluluk yaşamalarına da yol açabilmektedir. Bir ebeveyni dışlayarak “ergen- ebeveyn” koalisyonu ve ittifakı,  tutarlı bir görünüm kazanırsa, bu süreç duyguların da daha kalıcı olmasına, “içselleştirme” ve “dışsallaştırma” gibi sorunların yaşanmasına da yol açabilmektedir. Ergen-ebeveyn ittifakı, aynı zamanda ergenlerin, dışlanan ebeveynin düşmanlığının ve saldırganlığının hedefi haline gelmelerine de yol açarak birçok “uyum” sorunun yaşanmasına da vesile olabilir. Ergenler, bir ebeveynleri ile yoğun ve derinlemesine ittifak oluştururken, kendi “bireyselleşmelerinin” ve “özerklik duygularının” gelişmesine de engel oluşturabilir (Grych, Raynor ve Fosco, 2004).

Üçgenleşme ve Aile İçi Anlaşmazlıklar

Ebeveynler arası anlaşmazlıklar çocukların uyumunu bozan önemli faktörlerin başında gelmektedir (Grych, Raynor ve Fosco, 2004). Çocukların aile içi anlaşmazlıkların içine çekilmesi ya da dâhil edilmesi çocuklar ve ergenler için önemli bir risk faktörüdür (Fasco ve Bray, 2016). Yoğun, sık, şiddetli ve çözülmemiş ebeveyn anlaşmazlıklarının hâkim olduğu ailelerde, daha çok üçgenleşme örüntülerine rastlanmaktadır (Fosco, ve Grych, 2010).  Bu nedenle özellikle ebeveynler arası uyumsuzluğun ve anlaşmazlıkların çocuklar üzerindeki etkisinin üçgenleşmenin şekillendirdiği söylenebilir (Fosco, ve Grych, 2008). Kronik, çözülmemiş ebeveynler arası anlaşmazlıklar, ebeveynlik ilişkisini zorlayabilir ve yaşanan anlaşmazlıkları yönetebilmek ve ebeveynler arası tansiyonu azaltabilmek için üçüncü bir kişi olarak “çocukların” ebeveyn anlaşmazlıklarının içine çekilmesine neden olabilir (Minuchin, 1974; aktaran (Fosco ve Grych, 2010).

Dolayısıyla ebeveynler arasında sıkça yaşanan anlaşmazlıklar, çocukların “ortada kalma” duygusu yaşamalarına katkıda bulunmaktadır. Ortada kalma duygusu ile çocukların daha az iyi oluş duyguları hissetmeleri ve anne-babasıyla daha kalitesiz ilişkiler yaşamasının ilişkili olduğu saptanmıştır. Dolayısıyla ebeveynler arası anlaşmazlıklar, çocukların kendilerini ortada sıkışmış hissetmelerine, bu duygular da ebeveyn-çocuk arasındaki ilişkilerin daha da kötüleşmesine neden olmaktadır (Amato ve Afifi, 2006). Wang, Liu, ve Belsky (2017) anne ve babanın aralarındaki anlaşmazlığı ve gerilimi yönetebilmek için sürece “üçüncü” bir taraf olarak, müşterek çocuklarını dâhil ederek yönetmelerinin çok yaygın, ancak işlevsiz bir yaklaşım olduğunu belirtmektedir. Bu olumsuz sonuçlar Camisasca, Miragoli ve Di Blasio (2019)’un İtalya’da yapmış oldukları araştırmada da saptanmıştır. Yüksek düzey ebeveynler arası anlaşmazlıklar ile çocukların üçgenleştirilmesi ve ebeveynlik stresi arasında ilişki saptanmıştır. Daha sık ve şiddetli yaşanan ebeveynler arası anlaşmazlıkların çocukların ebeveynler arası anlaşmazlıklara doğrudan katılımını, anlaşmazlıklara yakalanmışlık duygularını ve ebeveynlerden birisinin çocuklarını, eşleriyle olan anlaşmazlıklarına dahil olmaya zorlamasını yordadığı saptanmıştır.  Benzer şekilde, çocuklar bir ebeveyni ile koalisyon oluşturduğunda, dışlanan ebeveyn ile aralarında, anlaşmazlıkların ve gerilimin yükseldiği bulunmuştur. Dışlanan ebeveyn ile çocuklar arasındaki bu gerilim ve anlaşmazlıklar, çocukların olumsuz davranışları ve ebeveynlerin olumsuz algıları ile ilintili olan öfke, üzüntü ve çaresizlik duygularını da besleyebilmektedir. Sonuç olarak daha yüksek düzeyde ebeveynler arası anlaşmazlıkların, çocukların üçgenleşmeye karşı savunmasızlıklarını arttırdığı, ebeveynlik stresi ile çocukların ebeveynler arası anlaşmazlıklara katılımının karşılıklı birbirini etkilediği saptanmıştır (Camisasca, Miragoli ve Di Blasio, 2019).

Benzer şekilde Grych, Raynor ve Fosco (2004) yaptıkları araştırmada evliliklerde ebeveynler arası anlaşmazlıklar arttıkça ergenlerin ebeveyn anlaşmazlıkları içinde üçgenleşme hissetme olasılıklarının yükseldiğini bulmuşlardır. Aynı zamanda ebeveyn anlaşmazlıklarının, çocukların “içselleştirme” ve “dışsallaştırma” sorunlarının ortaya çıkmasında aracılık ettiği de bulunmuştur. Dolayısıyla ebeveynler arası anlaşmazlıklarda üçgenleşmenin, çocukların uyum sorunları yaşamalarına yol açan bir süreç olduğu belirtilmektedir. Bu üçgenleşme sürecinin, hem boşanmış hem de boşanmamış evliliklerde, ergenleri benzer şekilde etkilediği de saptanmıştır. Dolayısıyla üçgenleşmenin, kısa süreli olarak ebeveynler arasındaki anlaşmazlıkları çözüyor görünse de uzun dönemde hem ebeveynler hem de çocuklar için zarar verici olacağı belirtilmektedir (Fosco, ve Grych (2008).

Ebeveynler arası anlaşmazlıklarda, “çocuklar” bir ebeveyni ile “diğer ebeveynini dışlayarak” ona karşı bir “koalisyona” çekilirse, hem dışlanan ebeveynin öfkesinin ve saldırganlığının hedefi haline gelebilir hem de aralarında gerginlikler ve anlaşmazlıklar artabilir. Ebeveyn anlaşmazlıklarının ortasında kalan ve bir ebeveyninin tarafını tutmak durumunda kalan çocuklar kendilerini endişeli, üzgün veya çaresiz hissedebilirler. Çocukların bir ebeveyni ile koalisyon oluşturmasının evlilik ve aile işleyişi üzerinde de olumsuz etkileri bulunmaktadır. Bu süreç ebeveynlerin aralarındaki anlaşmazlıklarını yapıcı bir şekilde yönetmelerini engeller ve çocuğu ebeveyn alt sistemine çekerek ailedeki güç hiyerarşisini de bozar (Grych, Raynor ve Fosco, 2004).

Boşanma sonrası, çocuklar birlikte yaşadıkları ebeveynleri ile daha yakın ve sıcak ilişki geliştirdikleri için dışlanan ebeveyn ile iletişim, çocuklar aracılığıyla karşılıklı mesaj gönderilerek gerçekleştirilebilmektedir. Çocuklar diğer ebeveynin yaşamı ile ilgili olarak sorgulanabilmektedir. Çocuklar ebeveynler arası anlaşmazlıkların ortasına çekilebilmekte ve “arada kalma” deneyimi yaşamalarına yol açabilmektedir (Maccoby, Buchanan, Mnookin, ve Dornbusch, 1993).

Wang ve arkadaşları (2017) çok sayıda araştırmayı özetleyerek, aile içi anlaşmazlıklarda üçgenleşmenin çocukların iyi oluşunu zedelediğini ve olgunlaşmamış ego gelişiminin, zayıf akran ilişkileri, sorunlu ebeveyn-ergen ilişkisi ve içselleştirme ve dışsallaştırma sorunları ile ilişkili olduğunu belirtmektedirler. Benzer şekilde; Lindahl, Clements, Markman, (1997) yaptıkları boylamsal çalışmada, şiddetli anlaşmazlık yaşayan eşlerin daha çok çocuklarıyla koalisyon oluşturma yönelimi gösterdiklerini ve çocuklarını evlilik problemlerinin içine çektiklerini saptamışlardır (aktaran, Grych, Raynor ve Fosco, 2004). Benzer biçimde çocuklarıyla sıklıkla koalisyona giren ebeveynlerin daha fazla evlilik anlaşmazlıkları yaşadıkları ve evliliklerinden daha çok doyumsuz oldukları saptanmıştır. İlaveten bu tür ailelerin çocuklarının ebeveynlerinin anlaşmazlıklarından dolayı kendilerini suçladıkları ve içselleştirme sorunları yaşadıkları da bulunmuştur. Benzeri durumda olan ancak boşanmış ailelerin çocuklarının ise, dışsallaştırma sorunları yaşadıkları saptanmıştır (Kerig, 1995). Fosco ve Grych (2010) yaptıkları araştırmada üçgenleşme ile ergenlerin kendilerini suçlama ve tehdit değerlendirmeleri arasında ilişki bulmuşlardır. Özellikle aile içi anlaşmazlıklarının içine çekildikten sonra ergenler, kendilerini suçlamaya başlamaktadırlar. Ergenlerin, kendilerini ebeveyn anlaşmazlıklarının “ortasında” bulduklarında, “ebeveyn arası anlaşmazlıklara” neden oldukları düşüncesine kapıldıkları ve kendilerini hem anlaşmazlıklara hem de çözümüne ilişkin olarak sorumlu hissettikleri saptanmıştır. İlaveten sürecin karmaşıklığı beraberinde, “ebeveyn-ergen” ilişkilerine zarar verdiği, ergen ve ebeveynler arasındaki güven ve güvenlik duygularını da örselediği saptanmıştır. Dolayısıyla üçgenleşme aracılığıyla “ebeveyn-ergen” arasındaki sınırların bozulması, “ebeveyn-ergen” ilişkilerini bozarak daha fazla anlaşmazlık yaşanmasına ve ergenlerin ebeveynleriyle olan yakınlığının azalmasına neden olduğu bulunmuştur (Fosco ve Grych (2010).

Aile içinde deneyimlenen üçgenleşme örüntülerinin hem olumlu hem de olumsuz sonuçları olabilir. Üçgenleşme bir yandan ebeveynlerin evliliğinin sürdürülmesine yardımcı olabilirken, öte yandan birbirine yakın olan “ebeveyn-çocuk” ya da “ebeveyn-ebeveyn” ikili ilişkisinin dışında kalan, dışlanan çocuk/ergen ya da ebeveyn olan üçüncü kişiler için olumsuz sonuçlar doğurabilir. Üçgenleşme sürecinde dışlanan çocuk/ergen olduğunda, olumsuz sonuçlar hem güçlü hem de kalıcı hale gelebilir. Ebeveynlerin çocuğu/ergeni üçgenleştirerek evliliklerini istikrarlı bir şekilde sürdürme istekleri ve girişimleri çocuğun/ergenin gelişiminde sorunların ortaya çıkmasına vesile olabilir. Çocukların, ebeveynlerinin evliliklerini sürdürmeleri için harcadıkları enerji ve çaba, kendi kişisel yararı ve gereksinimlerinin önüne geçebilir. Üçgenleşmenin böyle bir örüntü göstermesi, çocuklar/ergenler için sağlıksız bir durumdur. Çünkü süreç ebeveynler tarafından doğru algılanmayacaktır ve ortak çocuklarının gereksinimlerine, ihtiyaçlarına ve üstün yararlarına uygun yanıt vermelerine ve destek olmalarına zarar verecektir (Bell, Bell ve Nakata, 2001).

Bu söylemlerden farklı olarak Rutter (1987) aile içi anlaşmazlıkların sıkça yaşandığı evliliklerde, ebeveynlerden birinin müşterek çocukları ile geliştirdiği koalisyon ve ittifakın, çocuk için oldukça destekleyici ve koruyucu da olabileceğini vurgulamaktadır. Bu yönüyle de aile içi anlaşmazlıkların yaşandığı ailelerde ki stresin ve gerginliğin çocuklar üzerindeki yıkıcı etkilerinin yumuşatılması da söz konusudur. Benzer şekilde, bu ebeveyn-çocuk arasındaki sıcak ilişki ve ebeveyn desteği, psikiyatrik destek ihtiyacının da azalmasına neden olabilir. “Ebeveyn-çocuk” arasındaki destekleyici olumlu sıcak ilişki, anlaşmazlıkların çocuklar üzerindeki yıkıcı etkilerinin azaltılması ve yumuşatılmasına da vesile olabilir. Ebeveyn-çocuk arasındaki iyi ilişki aynı zamanda çocukların özsaygılarının gelişmesine de vesile olduğu için koruyucu bir etkiye sahiptir. Bu koruyucu özellik, özellikle aile için anlaşmazlıkların ve yıkıcı etkilerinin yaygın olduğu aileler için bir zorunluluktur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konu, “ebeveyn-çocuk” ilişkisinin “diğer ebeveyni dışlamaya” evrilmemesidir. Eğer ebeveyn-çocuk arasındaki yoğun ilişki diğer ebeveyni dışlamaya ve ondan uzaklaşmaya evrilir ve çocuk da sürece kendi katkılarını koymaya başlarsa, süreçten ebeveyn kadar çocuk da olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle ebeveyn-çocuk ilişkisi sınırları aşması riskli bir görünüm sunmaktadır.

Üçgenleşmenin Çocuklar ve Ergenler Üzerindeki Etkileri

Aile içi anlaşmazlıkların çözüm sürecinde “üçgenleşmenin” yer alması, çocukları ve ergenleri, savunulamaz, kafa karıştırıcı ve karmaşık aile içi ilişkilerin içine dâhil etmektedir. Bu süreç; psikolojik, ilişkisel ve sosyal problemler açısından çocuklar ve ergenler için hem uyum problemi hem de bir risk içermektedir. Çocuklar ve ergenler, ebeveynlerin anlaşmazlıklarında üçgenleştirildiğinde, sıklıkla ebeveyn kaygısı, öfkesi ve rahatsızlığına maruz kalmaktadırlar. Genellikle çocuklar ve gençler ebeveynlerin çatışmalı etkileşimlerine, ya “arabulucu” olarak ya da bir ebeveyni ile “koalisyon ortağı” olarak dâhil olurlar (Bowen, 1978, aktaran, Buehler, Franck ve Cook, 2009). Bu süreç, çocuklar ve ergenlerin güçlüklerle karşılaşmalarına vesile olmaktadır. Özellikle “içselleştirme” problemleri (Amato ve Afifi, 2006; Wang ve Crane, 2001) ve “dışsallaştırma” davranışları (Jacobvitz ve Bush, 1996; Etkin ve ark., 2014) ile üçgenleşme arasındaki ilişiler üzerinde genişçe durulmaktadır.

Dışsallaştırma davranışları,

  • saldırganlık,
  • kavga etmek,
  • tehdit etmek,
  • bağırmak,
  • yetersiz özdenetim,
  • suçluluk,
  • korku,
  • dürtüsellik,
  • ağlama,
  • öfke,
  • kurallara uymama,
  • madde kullanımı;

içselleştirme davranışları ise,

  • anksiyete,
  • endişe,
  • üzüntü,
  • depresyon,
  • utangaçlık,
  • sosyal geri çekilme davranışları ve
  • psikosomatik şikâyetler olarak ifade edilmektedir (Jacobvitz ve Bush, 1996; Buist, Deković ve Gerris, 2011; Pendry, Carr, Papp ve Antles, 2013; Achenbach, Ivanova, Rescorla, Turner ve Althoff, 2016;  Løhre, 2022).

Buehler ve Welsh (2009) 416 aile ile yaptıkları çalışmada, ergenlerin ebeveynlerinin anlaşmazlıklarında üçgenleştirilmesinin ergenlerin “içselleştirme” problemleri ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Aynı zamanda üçgenleşme ve ergen içselleştirme problemleri arasındaki ilişkide evlilik anlaşmazlıklarının aracılık yaptığını saptamışlardır. Ancak, ergenlerin duygusal tepkisellikleri ve içselleştirme problemlerini, anne ve babaları ile yüksek düzey “bağlanma” ile “umutlu” olmanın, bastırdığı ve tamponladığı bulunmuştur.

Benzer şekilde Etkin ve arkadaşlarının (2014) 301 aile ile çalışarak yapmış oldukları araştırmada üçgenleşme ile ilgili olarak anne-baba sıcaklığı ve dışsallaştırma davranışları arasında üç yönlü etkileşim saptamışlardır. Yüksek düzeyde üçgenleşmenin parçası olmuş ergende, her iki ebeveyni de yüksek ya da düşük sıcaklık gösterdiğinde, erkek ergenlerin dışsallaştırma davranışları gösterdikleri saptanmıştır. Buna karşın kızlarda düşük anne sıcaklığı ile yüksek baba sıcaklığı ile karşılaştıklarında artan davranış sorunları tespit edilmiştir. Dolayısıyla üçgenleşmenin etkisi incelirken, cinsiyetin hem ebeveynler hem de çocuklar açısından önemli bir faktör olduğu saptanmıştır.

Ebeveynlerin aile içi anlaşmazlıklarını yöneterek, üçgenleşmenin de yer aldığı “birlikte ebeveynlik” (Margolin, Gordis ve John, 2001)  yapabilme düzeylerinin gençlerin içselleştirme ve dışsallaştırma davranışlarını yordadığı saptanmıştır. Aynı zamanda birlikte ebeveynlik ile ergen uyumu arasında çift yönlü bir ilişki bulunmuştur (Riina ve McHale, 2014).  Dolayısıyla, birlikte ebeveynlik, boyutları ile birlikte düşünüldüğünde aile için uyumun ve dengenin sürdürülmesinde hem boşanmamış hem de boşanmış aileler için temel bir etkendir. Bu nedenle “birlikte ebeveynliğin” de bir boyutu olan “üçgenleşme” (Margolin, Gordis ve John, 2001) ebeveynlerin, birlikte ebeveynlik kapasitelerini düşürdüğü için doğal olarak çocukların ve ergenlerin hem uyumlarını hem de içselleştirme ve dışsallaştırma davranışlarını olumsuz yönde etkileyen bir doğal zemin hazırlayacaktır. Machodo ve Mosmann (2020) yaptıkları araştırmada, birlikte ebeveynlik sürecinin bir boyutu olan üçgenleşme, anlaşmazlıklar ve ergenlerin dışsallaştırma davranışları arasında ilişki saptamıştır. Diğer bir ifade ile üçgenleşme, anlaşmazlık ve dışsallaştırma problemleri arasında doğrudan bir yön saptanmıştır. Farklı olarak aynı araştırmada “birlikte ebeveynliğin” olumsuz boyutlarının baba-anne ve diğer aile üyeleri arasındaki üçgenleşme süreci üzerinde etkisi de bulunmuştur. Bu süreci tersine çevirebilmek için gerçekleştirilecek destekleyici ve işbirlikli, “birlikte ebeveynliğin”, çocukların dışsallaştırma davranışları için bir tampon görevi göreceği söylenebilir. Ebeveynler yüksek düzeyde destekleyici ebeveynlik davranışı sergilediklerinde, dışsallaştırma davranışındaki artışların gözlemlenmediği bulunmuştur (Schoppe-Sullivan, Weldon, Cook, Davis ve Buckley, 2009).

Anlaşmazlıkları tehdit verici olarak yorumlayan çocuklar, kişisel güvenlik, aile istikrarı veya ebeveynlerinin anlaşmazlıklarının içine çekilme endişelerinin bir sonucu olarak kaygı, endişe veya korku yaşayabilmektedirler. Benzer şekilde anne-baba kavgalarından dolayı kendisini suçlayan çocuklar aile içinde kargaşa yaratmaktan dolayı suçluluk ya da algıladıkları yanlışları düzeltemedikleri için kendilerini çaresiz hissedebilirler. Bu olumsuz duyguları yönetmek için uyarlanabilir stratejilere sahip olamadıklarında, çocuklar içselleştirme sorunları yaşama riski ile yüzleşebilmektedir (Gerard, Buehler, Franck, ve Anderson, 2005).

Gerard ve arkadaşları (2005) yaptıkları araştırmada ebeveynlerden birisi ile koalisyona çekilmenin, onlar için fiziksel ve sözlü saldırganlık yoluyla açıkça ifade edilen anlaşmazlıklar kadar tehdit edici olduğunu saptamışlardır. Aile sistemindeki üçgenleşme bir kez oluştuğunda, çocuklar ebeveynlerinin yıkıcı ve saldırgan aile süreçlerindeki rolünü, herhangi bir kişisel sorumluluktan ayırmakta güçlük çekebilirler; bu nedenle, ebeveynlerinin sorunlarından, kendilerini sorumlu tutabilirler.

Grych, Raynor ve Fosco (2004) yaptıkları araştırmada ebeveynler arası anlaşmazlıkların yaşanması sürecinde üçgenleşmenin tutarlı bir davranış örüntüsü haline geldiği durumlarda, çocuklarda “içselleştirme” ve “dışsallaştırma” sorunlarının oluşacağını saptamışlardır. Ayrıca üçgenleştirme sonucu, ergenlerin dışlanan ebeveynlerinin, düşmanca davranışlarının ve saldırganlığının da doğrudan hedefi haline gelecekleri için uyum sorunu yaşayacakları saptanmıştır. Ebeveyn-çocuk arasındaki sınırların aşılarak üçgenleşmenin gerçekleşmesi, en çok ergenlere zarar verecektir. Ergenler kimlik inşa sürecinde gelişimsel olarak, “bireyselleşmeleri” ve “ebeveynlerinden özgürleşmeleri” gereken süreçte, yaşlarına uygun olmayan içerik ve nitelikte bir ebeveyn-ergen koalisyonuna girmeleri, onların kişilik gelişmelerine de zarar verecektir.

Çocukların aile içi anlaşmazlıklara ilişkin ifadelerinde, kendini suçlama ve içselleştirme problemlerinin erkeklere göre kızlar için daha güçlü olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde, aile içi anlaşmazlıkların sıkça tekrarlandığı ve yaşandığı durumlarda, çocukların pasif ve yıkıcı yollarla anlaşmazlıkların içine çekilme olasılığı artmaktadır (Gerard, Buehler, Franck, ve Anderson, 2005).

Kering (1995) yapmış olduğu çalışmada, ebeveynler arası anlaşmazlıkların sık ve şiddetli yaşandığı ailelerde, ebeveynleri arasında şiddetli anlaşmazlıklar ile yüzleşen çocukların, ebeveynler arasındaki anlaşmazlıklara ilişkin, kişisel sorumluluk ve kaygı, sıkıntı, depresyon ve kendini suçlama gibi içselleştirme sorunları geliştirdiklerini saptamıştır. Aynı çalışmada boşanmış ve farklı evlerde yaşayan ebeveynlerin çocuklarında ise dışsallaştırma sorunlarının daha çok yaşandığı belirlenmiştir. Ebeveynler arasındaki mesafe uzak olduğu için dışsallaştırma davranışlarına daha sık rastlandığı ifade edilmiştir.

Wang ve Crane (2001) aile içinde ebeveynlerin anlaşmazlıkları olduğunda ve bu anlaşmazlığı yapıcı bir biçimde çözemediklerinde ve yönetemediklerinde aralarındaki kaygıyı, endişeyi ve gerginliği giderebilmek için çocuklarını anlaşmazlığın içine dahil etmelerinin olası olduğunu belirtmektedirler. Ancak bu tür durumlarda çocuklar sürece farklı semptomlar geliştirerek tepki vermektedirler. Örneğin, çocuklar depresyon semptomları geliştirebilirler. Çocuklarının depresyonu, ebeveynlerin kaygılarından uzaklaşmalarına ve bir arada olmalarına da hizmet edebilir. Aile içi anlaşmazlıklarda, ebeveyn çocuk koalisyonlarının (üçgenleşme), çocukların depresyonları üzerinde etkisi olduğu saptanmıştır. Babaların üçgenleşme algılarının çocukların depresyon puanları ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Dolayısıyla çocukların ebeveynlerinin anlaşmazlıklarından ve onların üçgenleşme davranışlarından etkilendiği bulunmuştur.

Benzer şekilde, Franck ve Buhler (2007) yapmış oldukları araştırmada, aile içi anlaşmazlıklar yaşanırken üçgenleşmenin açık düşmanca davranışların hâkim olduğu evlilikler ile ergenlerin problem davranışları üzerinden aracı etkisi olduğunu belirlemişlerdir. Aynı zamanda düşmanca davranışların yer aldığı evliliklerin dışsallaştırma sorunlarıyla ilişkili olduğu da saptanmıştır. Annelerin depresyonlarının çocukların içselleştirme sorunlarıyla, babaların depresyonlarının ise hem içselleştirme ve hem de dışsallaştırma sorunlarıyla ilişkili olduğu saptanmıştır.

Ebeveynler arası anlaşmazlıklar sık, düşmanca ve yetersiz biçimde çözüldüğünde, çocuklar kendilerini ebeveynler arasındaki anlaşmazlıkların “ortasında” hissedeceklerdir. Bu süreç diğer bir ifade ile üçgenleşme süreci, ters dönerek çocukların dışsallaştırma problemlerinin ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu nedenle üçgenleşme kısa dönemde ebeveynler arası uyuşmazlıkları ve anlaşmazlıkları çözüyor gözükse de uzun dönemde, hem çocuklar hem de ebeveynler için zarar verici olacaktır (Fosco ve Grych, 2008). Benzer şekilde dışsallaştırma davranışları gösteren çocuklar, ciddi uyum güçlükleri de yaşayabilecektir. Dışsallaştırma davranışları gösteren çocuklar sıklıkla ilişkilerinde saldırgan olmayan akranları tarafından, reddedilecektir. İlaveten yalnızlık, depresyon ve izolasyon gibi deneyimler yaşamaları da söz konusudur (Crick ve Grotpeter, 1995). Buehler, Franck ve Cook (2009)’un yapmış olduğu araştırmada, üçgenleşme deneyimi yaşayan çocuklar ve ergenlerin zaman içinde arkadaşlarından daha az sosyal destek gördükleri, daha az sevildikleri ya da reddedildikleri, çok miktarda dışsallaştırma ve içselleştirme problemleri (anksiyete, depresyon ve geri çekilme) yaşadıkları saptanmıştır. Üçgenleşmenin, genel anlamda ergenlerin arkadaşlık kalitelerini ve akranlar arasındaki statülerini belirlediği saptanmıştır. Benzer şekilde üçgenleşme, özellikle erkek ergenlerin akranlarıyla ilişki problemi yaşamalarına, duygusal stres ve tepkisellik yaşamalarına yetersiz duygu düzenleme stratejileri geliştirmelerine neden olabilmektedir. Bu nedenle ebeveynlerin evlilik gerginliklerinde ve anlaşmazlıklarında ergenlerin üçgenleşmesinin, onların sosyo-duygusal gelişimleri için risk oluşturduğuna ilişkin kanıtlar saptanmıştır. Benzer şekilde ebeveynlerin gerginliklerinde ve anlaşmazlıklarında, arabulucu rolü üstlenerek üçgenleşen ergenler, kendilerini oldukça güç bir sorumluluğun altına sokmuş olmaktadırlar. Eşler arasında, güçlü karaktere sahip olan eşin kaba davranışlarıyla yüzleşmek durumunda kalacaklardır. Eğer ebeveynler arasındaki anlaşmazlıklar kronikleşirse, ergenlerin anlaşmazlığı yönetmeleri ve çözümleri güçleşecektir. Şaşkınlık verici ve kafa karıştırıcı üçgenleşme durumlarında kalan ergenler, kendilerini ebeveynlerinin ortasında kalmış ve ebeveynlerin olumsuz anlaşmazlık çözüm stratejilerine maruz kalmış hissedeceklerdir (Buehler, Franck ve Cook, 2009).

Üçgenleşme Sürecine İlişkin Risk Faktörleri

Ebeveynler arası anlaşmazlıkların yönetim sürecinde deneyimlenen üçgenleşme davranışları açısından aileden kaynaklı riskler, ebeveynlerden kaynaklı riskler ve ergenlerden kaynaklı risklerler olmak üzere üç temel risk faktörü bulunmaktadır (McCauley ve Fosco, 2022).

Aileden kaynaklı riskler: McCauley ve Fosco (2022) çok sayıda araştırmayı özetleyerek aile üyelerinin birbirlerine karşı destekleyici, şefkatli, duyarlı ve duygusal olarak bağlı olmasının üçgenleşmeye karşı direnç oluşturduğunu vurgulamaktadır. Buna karşın, aile üyeleri arasındaki düşük dayanışma, artan tansiyon, öfke, düşmanlık, olumsuz ve yıkıcı eleştirel bakış açısının aile üyelerinin aile içi anlaşmazlıkları yönetim becerilerini düşürdüğü ve engellediği vurgulanmaktadır. Birbirleriyle dayanışan aile üyelerinin, sağlıklı yapıcı ve barışçıl olarak anlaşmazlıklarını yöneten ebeveynlerin, karşılıklı yapıcı etkileşimlerinin, ebeveynler arasında yaşanan anlaşmazlıkların yumuşatılmasına ve tamponlanmasına kaynaklık ettiği söylenebilir. Aile üyeleri arasındaki sevgi, olumluluk, sıcaklık, yapıcılık, şefkat ve birbirini destekleme gibi olumlu değerlerin varlığı üçgenleşmenin oluşmasını önlemektedir.  

Ebeveynlerin kişilik özelliklerinden kaynaklı risk faktörler: Benzer biçimde, McCauley ve Fosco (2022) çok sayıda araştırmayı özetleyerek, ebeveynlerin depresyon düzeylerinin anlaşmazlıklar yaşanırken ebeveynler arasındaki etkileşiminin yapısını belirlediği için üçgenleşme için risk özelliği taşıdığını vurgulamaktadırlar. Ebeveynler depresyon yaşarken, daha düşük evlilik doyumu yaşadıkları, anlaşmazlıkların yönetim sürecinde, geri çekildikleri, kaçındıkları, eşleriyle sözlü düşmanlık yaşadıkları için risk taşıdıkları ifade edilmektedir. Özellikle ebeveynlerin, öfkeli duygu durumlarının üçgenleşme için risk taşıdığı vurgulanmaktadır. Ebeveynlerin genel kızgınlığı anlaşmazlıkların şiddetini ve düşmanlığı arttırdığı için anlaşmazlıkların yapıcı yönetimine de engel oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu durum, ergenlerin daha çok ebeveynlerin anlaşmazlıklarının ortasına çekilmesine yol açtığı vurgulanmaktadır.

Ergenlerden kaynaklı risk faktörleri: Benzer biçimde, McCauley ve Fosco (2022) çok sayıda araştırmayı özetleyerek, ergenlerin karşılaştığı en önemli riskin, ebeveynlerin anlaşmazlıklarının yönetim sürecinde “duygularını düzenleme” konusunda yaşayabilecekleri güçlükler olduğunu belirtmektedirler. Yoğun ve çözülmemiş ebeveynler arasındaki anlaşmazlıklar, ergenler için duygusal rahatsızlık oluşturmaktadır. Böylece ergenler, ebeveynler arası anlaşmazlıklara doğrudan müdahale edebilirler ya da ebeveynlerin dikkatini dağıtmak ve çekmek için olumsuz davranabilirler. Benzer biçimde müdahale eğilimi yüksek ergenler, yaşadıkları kaygı nedeniyle ebeveynlerinin anlaşmazlıklarına müdahale etme gereksinimi duyabilirler. Özellikle kaygılı ergenler, ebeveynler arasındaki yoğun anlaşmazlıkları, daha tehditkâr algılayabilirler ve olumsuz sonuçlar bekleyebilirler.  

Sonuç

Aile içi anlaşmazlıklar, evliliğin doğal ve kaçınılmaz bir parçasıdır. Çocuklar doğduktan sonra ebeveynlerin müşterek çocuklarını büyütürken, ebeveyn olarak her gün defalarca anlaşmazlık yaşamaları kaçınılmazdır. Kişiler, hem eş rolünde hem de ebeveyn rolünde evliliklerini sürdürmek istiyorlarsa ortak anlaşmazlıklarını müzakere ederek, farklılıklarını yöneterek ve uzlaşarak ama aynılaşmaksızın evliliklerini sürdürmesi onlar için bir gerekliliktir. Anlaşmazlıklar doğru ve yapıcı yönetildiğinde evliliği, ilişkiyi, etkileşimleri ve muhabbeti besleyen, teşvik eden, cesaretlendiren fırsatlar ve araçlar haline gelebilmektedir. Ancak, aile içinde anlaşmazlıklar yapıcı olarak yönetilemediğinde ise psikolojik, sözlü, fiziksel şiddet öğeleri ya da işaretleri ortaya çıkmaya başlamaktadır. Bu durum hem eşleri ve ilişkileri hem de evlilikleri örselemeye ve eşleri birbirinden uzaklaştırmaya başlamaktadır.

Aile içi anlaşmazlıkların yapıcı yönetilememesi nedeniyle ebeveynler birbirlerinden uzaklaşmaya ve soğumaya başladıklarında, eşler arası etkileşimler seyrekleşmeye, olumsuzlaşmaya ve donuklaşmaya başlamaktadır. Dolayısıyla da üçgenleşme doğal ve kaçınılmaz olarak aile içi ilişkilere dâhil olmaktadır. İster ebeveynlerin birlikte koalisyon oluşturarak ortak çocuklarını karşılarına aldıkları durum olsun; ister ebeveynlerden birisinin müşterek çocuk ile koalisyona girip, samimi ve sargın bir ilişki oluşturarak, diğer ebeveyni dışladığı bir durum olsun; üçgenleşme evliliği ve anne-baba-çocuk arasındaki ilişkiyi, etkileşimi ve sevgiyi örselemektedir, bozmaktadır ve erozyona uğratmaktadır.

Üçgenleşmenin çaresi, öncelikle ebeveynlerin ortak anlaşmazlıklarını yüz yüze müzakere etme kapasitesini geliştirmekte yatmaktadır. Ebeveynler arası etkileşimin sıklığı, kalitesi ve niteliği evlilik ilişkisinin dinamiğini belirler. Ebeveynler, ortak anlaşmazlıklarını kendi başlarına müzakere edemediklerinde, kısa sürede etkileşimler irrite edici bir görünüm almaya başlamaktadır. Bu durum, eşlerin birbirlerine karşı psikolojik ya da sözlü şiddet öğeleri kullanmaya başlamalarına ya da karşılıklı etkileşime ve diyaloğa girmeyerek birbirlerinden uzaklaşmayı tercih etmelerine neden olmaktadır. Bu tür aile içi atmosfer ve ilişkiler dinamiği, ebeveyn-çocuk koalisyonlarının başlaması ya da üçgenleşmenin yeşermesi için doğal yaşam alanları oluşturmaktadır. Bu nedenle eşler aile içi anlaşmazlıklarını işbirliği içinde uzlaşarak ve anlaşarak yönetebildiklerinde üçgenleşmenin yaşanma olasılığı da azalacaktır.

Ebeveynler birbirlerinden uzaklaştığında, anlaşmazlıklarını konuşamadıklarında ve müşterek çocuklarıyla daha fazla temas ederek, ilişkilerine dâhil etmeye başladıklarında, aile içi anlaşmazlık konularının bir “aile danışmanı” ya da “aile arabulucusunun” liderliğinde ve kolaylaştırıcılığında yine “yüz yüze müzakere etmelerine” gereksinim vardır. Konuşulamayan, üzerine düşünülerek etkileşime girilemeyen aile içi anlaşmazlık konuları, zamanla evliliği örseleyecek ve erozyona uğratacaktır. Bu nedenle ebeveynlerin öncelikle aile içi anlaşmazlıkları yüz yüze müzakere etmeleri, eğer başarılı olamıyorlarsa belirli aralıklarla bir “arabulucu” desteği alarak, yine yüz yüze müzakere ederek uzlaşmaya ve anlaşmaya varmaları önerilmektedir. Böylece ebeveynler arası anlaşmazlıklar, yapıcı ve barışçıl olarak yönetilerek dönüştürüleceği için, ebeveynler arası işbirliği de artarak üçgenleşmenin yeşereceği bağlamlarda önlenmiş ve engellenmiş olacaktır. Birbirlerinden uzaklaşan ve etkileşimleri bozulan ebeveynler, “aile arabulucusunun” liderliğinde, yeniden ortak anlaşmazlık konularını müzakere eder, konuşabilir ve etkileşime girebilir hale dönüştüğünde, ebeveyn-çocuk sınırlarını aşarak, ilişkilerine çocuklarını dâhil etmekten imtina edecekler, vazgeçeceklerdir.

Üçgenleşmenin önlenmesi için bir diğer önemli yaklaşım ise, ebeveynlerin “birlikte ebeveynlik” kapasitelerinin geliştirilmesidir. Birlikte ebeveynlik kapasitesi üçgenleşmenin temel çaresi olduğu söylenebilir. Ebeveynlerin müşterek çocuklarını birlikte sinerji içinde yetiştirmeye yönelik anlaşmaları, birbirlerinin ebeveynliklerini desteklemeleri, ev içi iş yükünün bölüşümü (Feinberg, 2003), aile içi her türlü konunun anlaşamamalarına karşın yine de konuşabilmeleri, müzakere edebilmeleri ve birbirlerinin farklılıklarını tolere edebilmeleri üçgenleşmenin önlenmesinde ve dönüştürülmesinde büyük fayda sağlayacaktır.

Aile içinde, eşlerin birbirleri ile olan “kadın-erkek” romantik ilişkileri ile birer “ebeveyn” kimliği ve rolü üzerinden müşterek çocukları ile deneyimledikleri “ebeveynlik” ilişkisi birbirinden ayrılmalıdır. Bir eş, “koca” olarak belki olumsuz niteliklere sahip olabilir, ama “baba” olarak çok nitelikli olabilir. Benzer şekilde, bir “kadın”, kadın-eş olarak ilişkide eşi için sıkıntılı olabilir, ancak bir “anne” olarak koruyucu, benzersiz ve yardımsever olabilir. “Kadın-erkek” ilişkisi ile “anne-baba” ilişkisi birbirinden ayrılmalıdır. İnsanların evliliklerinde iki kimliği ve rolü vardır: “Erkek ve baba”, “kadın ve anne”. Evliliği değerlendirirken kişilerin bu iki kimlikleri ve sorumlulukları ve rolleri birbirinden ayrı değerlendirilmelidir. Bir kadın, kocası ile sorun yaşadığında, müşterek çocuğu ile koalisyona girip, diğer ebeveyni dışladığında ya da bir koca, eşi ile sorun yaşadığında çocuğu ile koalisyona girip diğer ebeveyni dışladığında bu ilişkide en çok yaralanan ve örselenen “çocuklar” olmaktadır. Çocukların sağlıklı büyüyebilmesi için her iki ebeveyni ile de sık ve nitelikli temas kurması, etkileşime girmesi, ilişki deneyimlemesi ve bağ kurması gerekmektedir. Ancak, üçgenleşmenin doğal ve kaçınılmaz sonucu olarak çocuklar, bir ebeveyni ile yeteri kadar bağ kuramadıklarında, dışlanan ebeveynlerinin psikolojik, sosyolojik ve kültürel sermayesinden yararlanmaksızın büyümektedirler. Bu nedenle, eşler “karı-koca” ilişkisini “anne-baba” ilişkisinden ayırmak ve çocuklarıyla kuracakları ilişkiyi “ebeveyn-çocuk” sınırlarını aşmaksızın kurmak zorundadırlar. Karı koca, boşanarak ve evliliklerini sonlandırarak da yaşamlarını mutlu bir şekilde yaşayabilirler. Ancak bir çocuk annesinden ya da babasından boşanamaz, herhangi birinden vazgeçemez. Çocuklar bir ebeveynleri eksik büyüdükleri takdirde, uzun dönemde, bu ilişki onları psikolojik sağlıklarını, iyi oluşlarını ve yaşam mutluluklarını örseleyecektir. Bu nedenle ebeveynler, karı-koca kimliklerini, ebeveyn kimliklerinden ayırarak hem eşleriyle olan ilişkilerini hem de çocuklarıyla olan ilişkilerini yönetmeyi başarmak durumundadır.

Kaynakça

Achenbach, T. M., Ivanova, M. Y., Rescorla, L. A., Turner, L. V., & Althoff, R. R. (2016). Internalizing/externalizing problems: Review and recommendations for clinical and research applications. Journal of the American Academy of Child & Adolescent Psychiatry, 55(8), 647-656. doi:10.1016/j.jaac.2016.05.012

Amato, P. R., & Afifi, T. D. (2006). Feeling caught between parents: Adult children’s relations with parents and subjective well‐being. Journal of Marriage and Family, 68(1), 222–235. https://doi.org/10.1111/j.1741-3737.2006.00243.x.

Bell, L. G., Bell, D. C., & Nakata, Y. (2001). Triangulation and adolescent development in the US and Japan. Family Process, 40(2), 173–186.

Buehler, C., & Welsh, D. P. (2009). A process model of adolescents’triangulation into parents’ marital conflict: The role of emotional reactivity. Journal of family psychology, 23(2), 167–180. doi:10.1037/a0014976.

Buehler, C., Franck, K. L., & Cook, E. C. (2009). Adolescents’ triangulation in marital conflict and peer relations. Journal of Research on Adolescence, 19(4), 669–689. https://doi.org/10.1111/j.1532-7795.2009.00616.x

Buist, K. L., Deković, M. ve Gerris, J. R.M. (2011). Dyadic family relationships and adolescent internalizing and externalizing problem behavior: Effects of positive and negative affect. Family Science, 2(1), 34-42, DOI: 10.1080/19424620.2011.601895

Camisasca, E., Miragoli, S. ve Blasio, P. (2019). Children’s triangulation during inter-parental conflict: Which role for maternal and paternal parenting stress? Journal of Child and Family Studies, 28(6), 1623–1634. https://doi.org/10.1007/s10826-019-01380-1

Charles, R. (2001). Is there any empirical support for Bowen’s concepts of differentiation of self, triangulation, and fusion? American Journal of Family Therapy, 29(4), 279–292. https://doi.org/10.1080/01926180126498

Crick, N. R., & Grotpeter, J. K. (1995). Relational aggression, gender, and social-psychological adjustment. Child Development, 66(3), 710–722. https://doi.org/10.2307/1131945

Dallos, R., & Vetere, A. (2012). Systems theory, family attachments and processes of triangulation: Does the concept of triangulation offer a useful bridge?. Journal of Family Therapy, 34(2), 117-137. doi: 10.1111/j.1467-6427.2011.00554.x

Etkin, R. G., Koss, K. J., Cummings, E. M., & Davies, P. T. (2014). The differential impact of parental warmth on externalizing problems among triangulated adolescents. The Journal of genetic psychology, 175(2), 118-133. DOI: 10.1080/00221325.2013.813437

Feinberg M., E. (2003). The internal structure and ecological context of coparenting: A framework for research and intervention. Parenting: Science and Practice 3(2), 95–131. http://dx.doi.org/10.1207/S15327922PAR0302_01

Fosco, G. M., & Bray, B. C. (2016). Profiles of cognitive appraisals and triangulation into interparental conflict: Implications for adolescent adjustment. Journal of Family Psychology, 30(5), 533–542. https://doi.org/10.1037/fam0000192

Fosco, G. M., & Grych, J. H. (2008). Emotional, cognitive, and family systems mediators of children’s adjustment to interparental conflict. Journal of Family Psychology, 22(6), 843– 854. DOI: 10.1037/a0013809

Fosco, G. M., & Grych, J. H. (2010). Adolescent triangulation into parental conflicts: Longitudinal implications for appraisals and adolescent-parent relations. Journal of Marriage and Family, 72(2), 254–266. https://doi.org/10.1111/j.1741-3737.2010.00697.x

Franck, K. L., & Buehler, C. (2007). A family process model of marital hostility, parental depressive affect, and early adolescent problem behavior: The roles of triangulation and parental warmth. Journal of Family Psychology, 21(4), 614–625. https://doi.org/10.1037/0893-3200.21.4.614

Gerard, J. M., Buehler, C., Franck, K., & Anderson, O. (2005). In the Eyes of the Beholder: Cognitive Appraisals as Mediators of the Association Between Interparental Conflict and Youth Maladjustment. Journal of Family Psychology, 19(3), 376–384. https://doi.org/10.1037/0893-3200.19.3.376

Grych, J. H., Raynor, S. R., & Fosco, G. M. (2004). Family processes that shape the impact of interparental conflict on adolescents. Development and Psychopathology, 16, 649 – 665. http://dx.doi.org/10.1017/S0954579404004717

Jacobvitz, D. B., & Bush, N. F. (1996). Reconstructions of family relationships: Parent–child alliances, personal distress, and self-esteem. Developmental Psychology, 32(4), 732–743. https://doi.org/10.1037/0012-1649.32.4.732

Kerig, P. K.  (1995). Triangles in the family circle: Effects of family structure on marriage, parenting, and child adjustment. Journal of Family Psychology, 9, 69–78.

Løhre, A. (2022). Do Children, Parents, and Teachers Agree in Reports on Victimization and Internalizing Symptoms? Cross-Sectional Triangulation and a Two-Year Prediction. Scandinavian Journal of Educational Research, 66(5), 838-851, DOI:10.1080/00313831.2021.1939140

Maccoby, E. E., Buchanan, C. M., Mnookin, R. H., & Dornbusch, S. M. (1993). Postdivorce roles of mothers and fathers in the lives of their children. Journal of Family Psychology, 7(1), 24–38. https://doi.org/10.1037/0893-3200.7.1.24

Machado, M. R., & Mosmann, C. P. (2020). Coparental conflict and triangulation, emotion regulation, and externalizing problems in adolescents: Direct and indirect relationships. Paidéia (Ribeirão Preto), 30, e3004, 1-9. doi: http://dx.doi.org/10.1590/1982-4327e3004

Margolin, G., Gordis, E. B., & John, R. S. (2001). Coparenting: A link between marital conflict and parenting in two-parent families. Journal of Family Psychology, 15(1), 3–21. https://doi.org/10.1037/0893-3200.15.1.3

McCauley, D. M., ve Fosco, G. M. (2022). Family and individual risk factors for triangulation: Evaluating evidence for emotion coaching buffering effects. Family Process, 61(2), 841-857. https://doi.org/10.1111/famp.12703

Pendry, P., Carr, A. M., Papp, L. M., & Antles, J. (2013). Child presence during psychologically aggressive interparental conflict: Implications for internalizing and externalizing behavior. Family relations, 62(5), 755-767. https://doi.org/10.1111/fare.12033

Peris, T. S., ve Emery, R. E. (2005). Redefining the parent-child relationship following divorce: Examining the risk for boundary dissolution. Journal of Emotional Abuse, 5(4), 169-189. DOI: 10.1300/J135v05n04_01

Riina, E. M., & McHale, S. M. (2014). Bidirectional influences between dimensions of coparenting and adolescent adjustment. Journal of Youth and Adolescence, 43(2), 257-269. doi:10.1007/s10964-013-9940-6

Rollins, N., Lord, J. P., Walsh, E., & Weil, G. R. (1973). Some roles children play in their families: Scapegoat, baby, pet, and peacemaker. Journal of the American Academy of Child Psychiatry, 12(3), 511–530. doi.org/10.1016/S0002-7138(09)61261-9

Rutter, M. (1987). Psychosocial resilience and protective mechanisms. American Journal of Orthopsychiatry, 57 (3), 316-331. https://doi.org/10.1111/j.1939-0025.1987.tb03541.x

Schoppe-Sullivan, S. J., Weldon, A. H., Cook, J. C., Davis, E. F., & Buckley, C. K. (2009). Coparenting behavior moderates longitudinal relations between effortful control and preschool children’s externalizing behavior. Journal of Child Psychology and Psychiatry, 50(6), 698-706. doi:10.1111/j.1469-7610.2008.02009.x

Wang, L., & Crane, D. R. (2001). The relationship between marital satisfaction, marital stability, nuclear family triangulation, and childhood depression. American Journal of Family Therapy, 29(4), 337–347. https://doi.org/10.1080/01926180152588743

Wang, M., Liu, S., & Belsky, J. (2017). Triangulation processes experienced by children in contemporary China. International Journal of Behavioral Development, 41(6), 688-695.

İletişim: Abbas TÜRNÜKLÜ; Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü, Uygulamalı Psikoloji Anabilim Dalı, Tınaztepe Yerleşkesi, Buca, İzmir. E-posta: abbas.turnuklu@deu.edu.tr